Bir sabah daha, bir başka acıya uyanıyoruz.
Sokakta öylece yatan bir yaşlı adamın yanından bakmadan geçiyor herkes.
Toplu taşımada gözyaşlarını silmeye çalışan bir çocuğa da dönüp bakmıyoruz.
Kim bilir sevgilisi mi kocası mı, dövülen, vurulan kadına seyirci kahvehanede okeye dönen adamlar,
Bir çocuğun açlığı, bir hayvanın çığlığı, bir annenin feryadı…
Artık duymuyoruz. Çünkü biz alıştık.
Ve işte en tehlikelisi bu: Çürümeye alışmak.
Her gün bir kadın daha öldürülüyor bu ülkede.
Sevgilisi tarafından boğulan, sokak ortasında vurulan, defalarca şikâyet ettiği halde korunamayan binlerce kadın…
Sıradanlaştı.
Haber bültenlerinin ortasında bir trafik kazasıyla bir tutuluyor kadın cinayetleri.
Sosyal medya birkaç saatliğine üzüldü!, sonra herkes hayatına devam etti.
Aynı ülkede bir köpek, insanlarca dövülerek öldürülüyor,
Bir kedi yakılıyor,
Bir eşek yorgunluktan ayaklarının üzerinde duramazken, ölürken kahkahalar atılıyor.
Görenler sadece kayda alıyor. Çünkü acının kendisinden çok, içeriği önemli.
Ahlak bir değer olmaktan çıkalı çok oldu.
Bu ülkede ahlak, sadece kadınların kıyafetiyle ilgili konuşuluyor.
Gerçek ahlaksızlık –yalan, hırsızlık, şiddet, sahtekârlık, merhametsizlik, dolandırıcılık, – cezasız ve sessiz.
Kadının canı değil, evli olup olmadığı ve eteği sorgulanıyor.
Çocuğun istismarı değil, ailesinin yaşam biçimi suçlanıyor.
Hayvanın ölümü değil, sokağa neden bırakıldığı tartışılıyor.
Toplum artık ahlakı sahiplenmiyor, yalnızca ahlaksızlıkları ve ahlaksızları sıradanlaştırıyor.
Oysa
Kadına şiddeti kınamayan her ağız, şiddetin ortağıdır.
Bir sokak hayvanına tekme atanı görüp sustuğumuz her an, biz de aynı günaha ortak oluruz.
Çocuğun feryadını duyup kapıyı kapatan her komşu, o acıya bir çivi çakar. Çünkü bu ülkede artık suç işleyen kadar, görüp susan da suçludur.
Çünkü sessizlik şiddetin kardeşidir.
Hepimiz biliyoruz ki vicdan artık 15 saniyelik bir video.
Yüzleşmek zorunda kalmamak için göz gezdirip geçiyoruz. Gerçek insanlık, ekranın dışında can çekişiyor. Artık insanların canı, karpuz fiyatı kadar konuşulmuyor. Çünkü toplum, duygusal iflasın eşiğinde.
Ve insanlık, bir storye sığdığı kadar, gerisi yok, gerisi boş, gerisi anlamsız.
Peki, nerelerde çürüdük bu kadar, nerelerde eksildi vicdanımız?
Kız çocuklarının küçük yaşta evlendirildiği mahallelerde,
Kadınların adliyeden çıkarken öldürüldüğü şehirlerde,
Sokak hayvanlarının zehirlendiği caddelerde,
Yargının suskun, toplumun kör olduğu her yerde…
Oralarda başladık çürümeye, oralardan yandı ilk kıvılcım ve büyüdü yangın.
Ve bu yangını, itfaiye değil, vicdan söndürebilir ancak.
Aslında bir yanım hep hatırlatıyor bana, benden yola çıkarak.
Henüz geç değil.
Sokakta gördüğün aç çocuğa bir simit al. Şiddete uğrayan bir kadının sesi ol, susma, gör, duy, konuş, karış.
Çünkü “karışmak” cesarettir.
Çünkü bana ne demek suçun başka bir biçimidir.
Aslında sevgili okur,
Bu ülkenin iyileşmeye değil, insanlaşmaya ihtiyacı var.
Birbirine bakan, yardım eden, koruyan, paylaşan bir toplum yeniden mümkün. (Hayal değil)
Kadınlar öldürülmesin, çocuklar ağlamasın, hayvanlar tekmelenmesin diye…
Biz, hala inatla ‘insan’ kalmak isteyenler, başta ben.
Susmayacağız, susmayacağım.
Çünkü hâlâ yaşıyorsak, yaşıyorsam
Çürümenin tam ortasında bir iyilik uyanışı düşlediğim içindir.