Hristiyan dünyası açısından kutsal kabul edilen bu tarihi yapıyı ziyaret eden yabancı turistler, bazilika çevresinde ayinlerini gerçekleştirmeye devam ediyor. Bölge halkı Papa’nın gelişinin bölgeye olan ilgiyi daha da artıracağını, İznik’in inanç turizminde dünya çapında daha görünür hale geleceğini belirtiyor.
Papa Türkiye’ye Neden Geliyor: I. İznik Konsili ve Batık Bazilika’nın Gizemi
2014 yılında İznik Gölü’nün derinliklerinde 1500 yıllık bir sır keşfedildi. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından tanıtım amacıyla helikopterle çekilen görüntülerde suların berrak olduğu bir anda üç Türk gazetecinin kadrajına giren bazikal kalıntılar, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü tarafından 2014 yılında dünya çapındaki en önemli 10 keşiften biri olarak seçildi.
Bursa’da adını Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan İznik’ten alan gölde, kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta ve su yüzeyinin 1,5 ila 5 metre altında yer alan bazikal yapının 41 metre uzunluğunda ve 18 metre genişliğinde olduğu tahmin ediliyor. Batık bazilikanın Hristiyanlık inancının en erken kiliselerinden birisi olduğu ve daha da önemlisi planı üzerinde hiç oynanmadan günümüze kadar ulaşan ender örneklerden biri olduğu düşünülüyor. Bazilikanın suya gömülmüş olması ise binayı yüzyıllar boyunca olduğu gibi muhafaza edebilmiş durumda. Üç nefli bazikal plan türündeki bu kalıntılar adeta bir zaman makinesi niteliğinde.
Papa’nın İznik’e Gelme Planı: “Yapmayı kalpten istediğim bir seyahat…”
Diğer taraftan Katolik dünyasının bir önceki ruhani lideri Papa Francis’in “Yapmayı kalpten istediğim bir seyahat…” diye belirtmesi ve eğer sağlığı el vermezse halefinin bu ziyareti gerçekleştirmesini vasiyet etmesi üzerine tüm gözler İznik’e çevrildi. Mayıs ayı itibariyle seçilen yeni Papa XIV. Leo’nun bu vasiyeti yerine getirmesi ve ülkemize bu yıl sonuna doğru gelmesi bekleniyor. Gerçekleşmesi beklenen bu ziyaretin I. İznik Konsili’nin 1700. yıldönümüne denk gelmesi ise hem Katolik hem de Ortodoks dünyası için sembolik bir öneme sahip. Bu ziyaretin Hristiyan mezhepleri arasındaki diyaloğu ve birliği güçlendireceği düşünülüyor.
Roma imparatorluğuna perde arkasından bakmamızı sağlayacak ve karanlık noktalara ışık tutacak bu sıra dışı keşif ve Papa’nın planladığı ziyaret beraberinde bir dizi soruyu gündeme getiriyor. Bu yapı ne zaman inşa edildi, ne zaman ve nasıl yıkıldı, orada neler yaşandı? Daha da önemlisi I. İznik Konsili burada mı gerçekleşti? Bu soruların cevabını bulmak için imparator I. Konstantin zamanına gitmemiz gerekiyor.
I. İznik Konsili’ne Giden Süreç
MS 325 yılında İmparator Konstantin bu pagan kentini bir konsil vasıtasıyla Hristiyan dünyasının merkezi haline getirmişti. Peki Konstantin’i böyle bir toplantı düzenlemeye iten şey neydi?
Konstantin’in asıl arzusu tetrarşi tarafından bölünmüş olan İmparatorluğu yeniden birleştirmekti. Genç İmparator 306 yılında iktidara gelir gelmez İmparatorluğu yeniden inşa etmeye koyuldu ve tahta çıktıktan sonra istikrarlı şekilde kiliseyi destekledi.
312’de Maxentius’u, 324’te Licinius’u yendikten sonra bütün imparatorlukta iktidarı kendi yetkisine alsa da krizlerle ve iç savaşlarla uğraşan Konstantin’in çok dinli, çok ırklı ve Akdeniz Havzası’na boydan boya yayılmış devleti bir arada duramıyordu. Konstantin ise bu büyük devleti bir arada tutacak bir tutkal arıyordu ve o bir teolog değil, politikacıydı. Bu noktada din olgusu devreye girdi. Kilisenin örgütlenmiş organize yapısını imparatorluğunun çimentosu olarak kullanacak ve böylece kendi otoritesini Kilise yapısı üzerinden taşraya yaymayı başaracaktı.
O dönemde Mesih’in aslında kim olduğu sorunsalı Kilise içerisinde tartışmalara sebep oluyordu. Kimine göre Hz. İsa bir Tanrı değil, yalnızca seçilmiş bir peygamberdi. Kimine göre ise o bizzat Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürüydü. Bu iki farklı görüş Hristiyan dünyasını derin bir krize sürüklemeye başlamıştı.
Mısırlı bir rahip olan Arius’a göre Mesih, Tanrı’yla aynı doğaya sahip değildi. Onu Tanrı tarafından yaratılmış, daha beşerî bir varlık olarak görüyordu. Bu fikir sert bir tepkiyle karşılandı. Çıkan karışıklık Mısır Kilisesi’nde çözülemiyor ve Orta Doğu topraklarında yayılıyordu.
Ariusçuluğun ortaya çıkışı halk arasında bölünmelere yol açmıştı. Yaşanılan bu karmaşaya bir çözüm bulmaları ve halk arasında barışı sağlamaları adına Konstantin uzlaştırma girişimlerinde bulunarak hem İskenderiye Patriği Aleksandros’a hem de Arius’a birçok mektup gönderdi. İkisi de imparatorun mektuplarına kulak vermedi. Nihayetinde İmparator İznik’te büyük bir Konsil toplamaya karar verdi.
Arius’a karşı Konsil’de imparatorun dini danışmanı olan İskenderiye merkezli Kordoba Piskoposu Hosius Mesih’in Tanrı olduğunu iddia ediyor, Konstantin ise birlik yanlısı bir kilise istiyordu. Konstantin’in öncülüğünde toplanılan bu Konsil’de insanlar “Tanrı tektir ve Hz. İsa Tanrı’nın kuludur” inancının yerine Hz. İsa’nın Tanrı olduğuna inandı.
Böylelikle teslis inancı (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) yani geleneksel Hristiyanlığın bugünkü anlayışı, bu Konsil’de Kilise tarafından resmi olarak deklare edildi. Çemberlitaş Forumu’nun tepesine bir Nike heykeli dikecek kadar putperest olan Konstantin ise bu yeni dini benimsiyor ve “Ben artık Kiliseyi ve Hristiyan ruhbanları destekliyorum.” mesajını veriyordu.
Başlangıçta 24 kişi Arius’un yanında yer alsa da toplantı sonunda onun fikirlerine katılan yalnızca üç kişi kaldı ve üçü de aforoz edilip neredeyse idamla eş değer bir ceza alarak sürgüne gönderildi.
Arius Konsil üyeleri tarafından reddedilip aforoz edilse de onun görüşleri bir süre daha etkisini sürdürdü. Arius fikirlerinden vazgeçmeyerek kendi taraftarlarına mektuplar yazmış ve dönem dönem kiliseye geri kabul edilip, tekrar aforoz edilmiştir.
Ariusçu (Arianism) din adamları enteresan bir şekilde sayıları İznik’te “doğru inancı” kabul edenlerden çok daha fazla olmuş hatta Konstantinapolis’te birçok kiliseyi ellerinde tutabilmişlerdi. Tarihi kaynaklar bize Konstantin’in olmasa bile oğullarının Arius’a meyil gösterdiklerini söyler. Bir kilisede Arius’un aklanacağı gün ise Arius kimileri tarafından hastalanarak ölmüş kimilerine göre de zehirlenerek öldürülmüştür.
I. İznik Konsili Nerede Yapıldı?
Bugün I. Konsil’in İznik’te yapıldığını biliyor olsak da İznik’in neresinde toplanmış olabileceğini yalnızca tahmin etmeye çalışıyoruz. Aslında Konsil’in toplanması için ilk seçilen yer Ankara (eski adıyla Ankyra) olsa da o günkü ulaşım ve iklim koşulları düşünüldüğünde Ankara’dan ziyade İznik’te (Nikea) karar kılınıyor çünkü İznik hem daha ılıman hem de deniz yoluyla ulaşımın imkân dahilinde olduğu bir yer. Diğer taraftan söz konusu tarihte İznik’te hatırı sayılır bir Hristiyan cemaat olmakla birlikte bu Konsil, Avrupa’dan ziyade Ariusçuların yaşadığı ve tartışmaların yoğunlaştığı Orta Doğu’ya yönelik düzenlenmiştir.
Sistine Şapeli’nin kütüphane bölümünde yer alan ve bu salonda yedi önemli büyük konsilin resmedildiği freskoların bulunduğu bir salonda, Cesare Nebbia tarafından XVI. yüzyılda resmedilen I. İznik Konsili freski yer almaktadır. Fresk yakından incelendiğinde Batı’dan gelen az sayıdaki dini önderlerden birisi olan Kordobalı Hosius’un toplantıyı yönettiği, Arius’un ise hemen kürsünün önünde yer alarak onun sürgüne gönderilmesi ile ilgili metnin okunduğu görülür. Diğer taraftan freskteki Konstantin’in oturuş şekli ve pozisyonu da oldukça önemlidir. Din önderleri tarafından oluşturulmuş çemberin dışında kalan Konstantin toplantının katılımcısı değil; hükmedeni pozisyonunda resmedilmiştir.
Prof. Dr. Şahin’in bu fresk üzerindeki küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırmaması ise Konsil’in batık bazilikada olabileceği yönündeki görüşleri güçlendirmiştir. Bu freskin sol üst köşesindeki panoramik detayda bir göl kıyısı ve göl kıyısına doğru inen kentin sur duvarları gözükmektedir. Bu da toplantının yapıldığı yerin sur duvarlarının dışında bir mekân olduğu bilgisine ulaşmamızı sağlıyor.
İmparator Konstantin’in organize ettiği bu meclise katılım göstermeleri için Akdeniz Havzası’nın dört bir tarafındaki kiliselere davet gönderiliyor. Hatta bunun için devletin ulaşım ve posta hizmetleri üç aydan daha uzun bir süreliğine kiliseye adanıyor. Bu davet üzerine piskoposlar, ruhban kitleleri ve hatta bazı kaynaklara göre meraklı paganlar ve sokaktaki Hristiyanlar dahi İznik’e geliyor.
Bu anlamda Konsil’e katılan kişi sayısı için 1000-2000 gibi rakamlar telaffuz ediliyor olsa da tarihi kaynaklar 318 kişi üzerinde hemfikir olmuş durumda. Bu kadar geniş katılımcının olduğu bir Konsil söz konusu olunca da tarihçiler bu katılımcıların bir imparatorluk sarayına çağrılmış olabileceğini çünkü sarayın geniş toplantı odaları ve kabul salonları ile bu açıdan oldukça uygun bir mekân olduğu fikrini öne sürüyor.
Konsilde Neler Tartışılıyor?
Hristiyan dünyada Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu konusunda bir ihtilaf söz konusu değilken, I. İznik Konsili’ndeki esas büyük tartışma Mesih’in Tanrı olup olmadığı yani bir başka deyişle Tanrı’yla aynı özden olup olmadığı soruları üzerinde şekillenmiştir.
İznik Konsili Hristiyan dünyası için ilk ekümenik konsil (evrensel) olma özelliğini taşımaktadır. Bu noktada Hristiyanlık adına 400 tane farklı öğreti masaya yatırılmış ve ortak bir inanç bildirgesi olarak İznik İnanç Bildirgesi (credo) belirlenmiştir. Bu bildirge bugün dahi bütün kiliseler ve mezhepler tarafından tartışılmayan tek inanç bildirgesidir. Peki bunun sebebi nedir?
Bu sorunun cevabını tarihçi Prof. Dr. Mehmet Çelik şu şekilde vermektedir:
“Bu konsile dünyanın dört bir tarafından Hristiyanlar gelmiştir. Cezayir’den gelen ruhaniler Berberice, Yunanistan’dan gelenler Grekçe, Roma’dan gelenler Latince, Mısır’dan gelenler Kıptice, Habeşistan’dan gelenler Habeşçe, Suriye’den gelenler Aramice konuşuyorlardı. Bu noktada tüm bu insanların nasıl anlaştığı sorusu akıllara geldiğinde Kilise tarafından verilen dogma şu olmuştur: ‘Bu konsil Tanrı’nın Ruhu tarafından yönetilmiştir ve başkanı da odur.’ Onlara göre Tanrı’nın lütfuyla Konsil’deki herkes Grekçe konuşmaya başlamış ve Konsil sonrasında Grekçe bilmeyen herkes bu dili unutmuştur. Bu sebeple Tanrı’nın idare ettiği bir konsilde hata payı olamayacağı, olur diyenlerin de dinden çıkarılacağı söylenmiştir. Böylece Konsil itikadi bir zırhla çerçevelenmiş ve 2000 yıldır hiç kimse bu konsilin kararlarına itiraz etmemiştir.“
Konsilde Alınan Kararlar
Konsil’in 20 Mayıs’ta toplandığı ve 25 Temmuz’a kadar yani yaklaşık 2 ay sürdüğü düşünülüyor. Bu Konsil’deki konuşmaların oldukça hararetli geçtiğine dair anekdotlar da bulunuyor. Örneğin kimi araştırmacılara göre Noel Baba olarak bildiğimiz Demreli Aziz Nikolaos’un toplantıda, bazen Arius’un dizine vurarak “Biraz sakin ol, heyecanlanma!” şeklinde telkinlerde bulunduğu, kimilerine göre ise onu tokatladığı söylenir.
Bu hararetli geçen Konsil’de yalnızca İsa’nın tanrısal tabiatı tartışılmamış aynı zamanda Kiliseyi tek bir çatı altında toplayabilmek için bir dizi kanuna da imza atılmıştır. Bugün milyarlarca Hristiyan’ın hayatına yön veren Mesih’in ilahi duası, duaya adanmış pazar günleri gibi kurallar tanımlanmıştır.
Bu kararlardan biri de Paskalya ve Noel tarihlerinin belirlenmesi olmuştur. O zamana kadar Yahudiler’in Paskalya’sıyla beraber, 14 Nisan çevresinde kutlanan Paskalya, Hristiyan dünyası için gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart’ı takip eden ilk dolunaydan sonraki pazarda kutlanmaya başlanmıştır. Noel (Hz. İsa’nın doğumu) ise 24 Aralık yani Güneş Tanrısı’nın doğumuna denk gelecek şekilde planlanmıştır.
Tarihsel veriler ışığında İznik Konsili’nde apokrif İnciller’in kanonik (sahih) İnciller’den (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna) ayrıldığı iddiası ise hem akademisyenler hem dini önderler hem de araştırmacılar tarafından reddedilmektedir. Kısacası alınan kararlarla geleneksel Hristiyanlığın temeli İznik’te atılmış ve Konsil’in kararları Kutsal Ruh’un yönlendirmesiyle alındığı gerekçesiyle sorgulanamaz olarak ilan edilmiştir.
İznik Batık Bazilika Kazısında Neler Bulundu?
Bu zamana kadar yapılan su altı kazıları ile en eski MÖ 1. yüzyıla tarihlenen bir sikke bulundu. Bu ise alanın kilise yapılmadan 400 sene öncesine ait kullanım evresinin olduğunu ve bu alanda kiliseden farklı bir yapının varlığını göstermektedir. Yapının içinde ve çevresinde ise 20’ye yakın mezar tespit edilmiş durumda. Söz konusu mezarlar bizlere o dönemde bazilika yakınlarında yaşayan nüfusa dair önemli ipuçları sunuyor.
Roma İmparatorluğu döneminde tüm Akdeniz’de yaygın olan pişmiş topraktan yapılma kiremitli mezarların lahit yaptırmaya gücü yetmeyen hacılar da dahil olmak üzere çoğunlukla yoksullar tarafından kullanıldığı bilinmekte. Bulunan iskeletlerle de birlikte bazilikanın antik bir nekropol üzerine inşa edildiği ortaya çıkıyor. Yapının içinde ve dışında 250 adet mezar ise gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Ayrıca kazılar sırasında pişmiş topraktan yapılmış, üzerinde tahtta oturan Görkemli İsa’nın (Pantokrator) temsil edildiği bir hacı pulu da bulunuyor. Avrupa’daki Hristiyanlar özellikle Kudüs’ün el değiştirmesiyle can güvenliği nedeniyle hac için o bölgeye gitmek yerine daha yakında ve daha güvenilir alanları belirleyerek o kentlerde hac ibadetlerini yerine getiriyor.
Bu da bizlere Nikea’nın bir hacı kenti olduğunu ve insanların buraya hac yolu üzerinde olmamasına rağmen hem dini hem de siyasi öneminden dolayı geldiklerini kanıtlıyor. 2023 yılında ise Yunan Deniz Tanrısı Poseidon’un efsanevi mızrağına benzetilen uzmanlar tarafından Roma dönemine ait olduğu doğrulanmış üç uçlu bir mızrak bulundu.
Peki Tüm Bu Sonuçlar Bize Neyi Gösteriyor?
Bazilikalar genellikle şehrin içine inşa edilirken bu bazilikanın neden şehir surlarının dışında, korunaksız bir yere inşa edildiği ve bazilikanın içinde mezarların olması işi daha da ilginçleştiriyor. Bu noktada Vatikan Kütüphanesi’nde X. yüzyılın sonlarından kalma, çok sayıda azizin hayatının kaydedildiği tezhipli bir el yazmasında genç bir şehit olan Aziz Neophytos’un hikayesi araştırmacıların dikkatini çekiyor. Araştırmacılar bu bazilikanın bir martyrion (azizlere ya da inançları uğruna ölenlerin anılarını yaşatmak adına inşa edilen yapılar) olduğunu düşünüyor.
MS 3. ve 4. yüzyıllar arasında Nikea’da Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Neophytos inancını erken yaşta gösterir ve birtakım mucizeler gerçekleştirir. 303 yılında Roma Valisi Nikea’daki Hristiyanları haraç ödemeye ve pagan tanrılara adaklar sunmaya zorlayınca Neophytos bunu reddedip valiye karşı gelince idam edilir.
İdam yeriyle ilgili olarak bazı bilgiler valinin İznik’e geldiğini ve çatışmanın şehrin dışında, sahilde gerçekleştiğini belirtir. Tüm bunlar Bazilika’nın Neophytos’un öldürüldüğü İznik kıyısında inşa edilmiş ve daha sonraysa buranın genç şehide hürmeten bir Hac yeri haline gelmiş olabileceğini gösteriyor.
Bu zamana kadar yapılan kazı çalışmalarında araştırmacıların mezarların içinde buldukları sikkeler ise tüm tahminleri alt üst ediyor çünkü bu sikkeler I. İznik Konsili’nden 50 yıldan fazla bir zaman sonra hüküm süren imparatorlar Valens (364-378) ve I. Valentinianus (364-375) zamanından kalma. Bu durum burada en erken 390’dan sonra yapılan bir kilisenin söz konusu olduğunu ortaya koyuyor. Bu koşullar altında ise bazilikanın Konsil’e ev sahipliği yapmadığı ortaya çıkıyor.
Son önemli gelişme ise Haziran 2025 tarihinde gerçekleşti. Kraliçe Nicea’nın sarayı olduğu iddia edilen, dönemin zenginlerinden birisinin malikanesi olabileceği düşünülen yerdeki bir evin zemininden restorasyon çalışmaları sırasında çıkan 2500 yıllık tarihi taban mozaikleri bulundu.
Arkeologlar çıkan dev mozaikteki iki ayrı motiften birinin dünyada ilk kez görülen çok özel bir motif olduğunu belirtiyor. Motiflerden birinde bir aslanın bir geyiğe saldırdığı av sahnesi, diğerinde ise İznik Gölü’nden Nikea kıyısına gelen bir balıkçı teknesinin resmedildiği belirtiliyor. Bu durum da büyük bir katılımcı kitlesine sahip olan Konsil’in burada olup olmadığı sorularını gündeme taşıyor.
İznik’i Bekleyen Bilimsel Gerçekler
Fransa’daki Grenoble Üniversitesi‘nden jeolog Prof. Dr. Julia de Sigoyer İznik ve yakın çevresinin geçmişte yaşadığı büyük depremleri tespit etmek amacıyla 2018’den bu yana çalışmalarda bulunuyor ve İznik Fayı olarak adlandırdıkları en güneydeki fayın endişe verici olduğunu dile getiriyor. Yapılan incelemeler sonucunda ise 1065 yılında bölgede gerçekleşen 8,5 şiddetinde bir deprem sonucunda hem kilisenin yıkıldığı hem de su altına gömülmeye başladığı tespit ediliyor.
İşin endişe verici kısmı ise İznik fayı üzerinde yaklaşık 1000 yıldır bir depremin meydana gelmemiş olmasıdır. Bu durumda kent ya aktifliğini kaybetme sürecinde olan ve artık bir risk taşımayan bir fay hattı üzerinde ya da tam tersine stresin biriktiği ve kırılma noktasına çok yakın olunan bir süreçte.
Bu durumun İznik üzerinde büyük bir etkisi olacağı düşünülüyor çünkü zamanla turizm faaliyetlerini geliştirmek hedeflenmiş ve göl kıyısında giderek daha fazla otel ve turistik konut inşa edilmiştir.
Yerel yetkililer bazilikayı önemli bir turistik cazibe merkezi olarak görüyor ancak bir diğer sorun ise bölgenin küresel ısınmaya karşı giderek daha da savunmasız hale geliyor olması. Prof. Dr. Şahin’in deyimiyle: “Su altı kazısı olarak başlayan çalışmalar neredeyse normal kara kazısına dönmek üzere…”
Kaynak: www.soylentidergi.com